Zafer Partisi, Parti Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, Zafer Partisinin gündeme ilişkin görüşlerini paylaştı.
Azmi Karamahmutoğlu Zafer Partisi Genel merkezinde yaptığı açıklamalarda: “Ne yazık ki İsrail hükümetinin şimdiki Dışişleri Bakanı olan İsrael Katz,, diplomatik nezaketin dışına çıkan bugüne kadar tarihte hiçbir zaman birbiriyle savaşmamış iki millet olan İsrail ile Türkiye'nin arasındaki ilişkiye yakışmayacak nezaketsiz bir ifade ile Sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alan çirkin, saldırgan ifadeler kullanmıştır ve Sayın Cumhurbaşkanımızın sonunun Irak'taki Saddam Hüseyin gibi olacağını, olabileceğini söylemiştir.
AK Parti hükümeti, bakanlıklarımız, yetkililer gereken cevabı vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak bu duruma biz de karşılığımızı vermek istiyoruz. Sayın Katz bilsin ki ne Türkiye Irak'tır ne de Türk Cumhurbaşkanı Bağdat'taki Saddam Hüseyin'dir.
Yaz mevsiminin ve dolayısıyla turizm sezonunun ortasındayız. Malum, Türkiye'mizin ihracattan sonra ikinci büyük girdisi, döviz girdisi turizm sektöründen elde edilir. Bu yılda yine beklentilerimiz büyüktü. Ancak her yıl bir öncekine kıyasla sürekli artış eğiliminde olan hem giren turist sayısı hem de elde edilen gelir bakımından artış eğiliminde olan turizm sektöründe bu yıl büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bu yalnızca ekonomik gelişmelerle, Türkiye'deki fiyatların, gıda fiyatlarının, konaklama fiyatlarının yüksekliğiyle açıklanabilir, izah edilebilir bir durum değil.
Fakat gariptir iç turizmde de aynı şekilde azalma gerilme var. Hatta öyle ki turizm bölgelerinden bize gelen haberlere göre yazlık sahibi vatandaşlarımız bile bu sezon yazlıklarına gidemediler. Belli ki ilave harcama yapmamak için yazlıklarına gidemediler. Oysa ilkbaharda güzel haberler geliyordu. Özellikle deniz güneş turizmine ilişkin yapılan hazırlıklar vardı.
Turizm sektörünü alıp ileriye götürmesi gereken aslında Turizm Bakanlığı'na haksızlık etmeyelim. Çalışmıyor değil, çalışıyor. Fakat Sayın Turizm Bakanımız, Türkiye turizmi için değil, kendi turizm işletmeleri için çalışıyor. Kendi turistik işletmelerinin sayısını çoğaltmak, kendi turizm işletmelerine elde edileceği geliri artırmak için çalışıyor. Otel zincirlerine yeni otel alanları ve yeni otel binaları katmakla meşgul.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 50. yılını kutladı. Şair Kıbrıs'ı şöyle adlandırmıştır, “Gövdesini Akdeniz'in serin sularında yıkamak isteyen Anadolu'nun nefes almak için sulardan başını çıkartmasıdır Kıbrıs.” Bizim Kıbrıs'a bakışımız budur. Kıbrıs bizim için bu değerdedir.
Fakat, Kıbrıs'ı çok kolay İngilizlere verebilen bir Sultanın zihniyet devamcısı olanlar, aynı şekilde Kıbrıs yine çok kolay Rum-Yunan ikilisine ve Avrupa Birliği'ne feda eden, peşkeş çekebilen, verebilen bir hükümet temsilcisi, Annan Planıyla bunu yapmaya çalışan bir hükümet temsilcisinin Kıbrıs'a gittiğini bu kutlamalar döneminde gördük. Gittiğinde kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş'ı, Türk Mukavemet Teşkilatı'ndaki kod adıyla, Toros'un mezarını ziyaret etmediğini üzülerek gördük.
Annan Planı burada AK Parti hükümetince pazarlanırken, onun servisi, sunumu, satışı yapılırken, o Denktaş burada Türk milletini uyarmak, uyandırmak için, bu planın tehlikeleri aleyhine uyandırmak için burada konferanslar verirken, şimdiki Cumhurbaşkanımız, AK Parti'nin Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan, refüze ederek merhum Rauf Denktaş'ı “Benim ülkemde propaganda yapma, git kendi ülkende yap." diye konuşabilmişti. Kırılmıştı Sayın Denktaş. Fakat kırgınlığı Türk milletinin değil, AK Parti'nin başındaki insanıydı.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın yanında, bir gölge cumhurbaşkanı vardı. Yani büyük koalisyon emeliyle, arzusuyla, gölge bakanlar atayan, Cumhuriyet Halk Partisi'nin şimdiki genel başkanı Sayın Özgür Özel Bey, kendisini de belli ki, gölge cumhurbaşkanı olarak konumlandırmış, ancak geçen dört aylık süre içerisinde halk olarak görebildiğimiz gölge cumhurbaşkanı değil, gölgede kalmış cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanının gölgesinde kalmış bir genel başkan olarak Özgür Özel varlığını sürdürüyor.
Kıbrıs'taki durumu da tutumu da bu oldu. Fakat aslında koalisyon kurumada bu iki parti yani Erdoğan ve AKP, birçok konuda aslında mutabıklar politik olarak. Örneğin Kıbrıs politikasında.
Kıbrıs politikasında bunlarla aynı siyaseti benimsemeyen partiler ve parti liderleri Kıbrıs davasına ilişkin olarak lütfen pozisyonlarını yeniden gözden geçirsinler.
Türk Milli Eğitimine bağlanmak istemeyen Heybeliada Ruhban Okulu'nun eğitim faaliyetlerine son vermesi meselesi. Şimdi yine Patriklik tarafı Fener Rum Patrikhanesi yine Türk Milli Eğitimine bağlı olmadan bu Heybeliada Ruhban Okulu'nun eğitimi açma arzusundadır. Bizim size söylemiş olduğumuz okul açılabilir fakat burada eğitimin birliği yasası vardır. Burası üniter bir devlettir. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak bu okul açılabilir. Ancak bu Türk vatandaşı olan bu dini cemaat bu şekilde bir inatlaşma yoluna gitmektedir.
Bakıyoruz ki, pek bir muhafazakar ve dahi mukaddesatçı olan Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun pek bir muhafazakar ve dahi mukaddesatçı olan bir Bakanı, Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş hanımefendi kendi sevgili çocuğunu bu Fransız okulu, Charles de Gaulle okuluna gönderiyor. AKP'li bakanımızın çocuğu, bu Fransız okulunda, Fransa Büyükelçiliğine bağlı olan bu okulda okuyormuş. Ankara'da olup da Türk Milli Eğitimine bağlı olmayan bu okulda okuyormuş. Hanımefendinin bir frankofon olduğunu biliyoruz. Çocuğunu da bir frankofon olarak yetiştirmek istemiş belli ki. Ancak AKP tabanına, AKP teşkilatlarına ve AKP seçmenine şikayet ediyoruz. Bildiriyoruz ve bilgilendiriyoruz.
Saldırılardan söz açmışken, bir diğer saldırı da Zafer Partisi'nin Sayın Genel Başkanı, lideri olan Prof. Dr. Ümit Özdağ’adır.
Türkiye'de sığınmacılar, kaçaklar, yasadışı kaçak nüfus, Türk toplumun, kamuoyunun ve hatta medyanın bilgisinden kaçırılırken, gizlenirken, saklanırken bu sayının hükümetin açıkladığından çok daha fazla olduğunu ve hatta Türkiye için tehlikeli boyutlara geldiğini, yarınlar için ise daha da tehlikeli olacağını gören ve bu tehlikeye karşı uyarmak için sesini yükseltmek, Türk halkını sarsarak kendine getirmek için akademisyen, bir siyaset insanı bulunduğu konforlu politik alanı terk ederek yani bir partide genel başkan yardımcısı hali hazırda milletvekili iken bu konforlu alanı terk ederek tek başına toplumun karşısına çıktı.
Gelebilecek olan bütün saldırıları göğüslemeye hazırdı. Bunların neler olduğunu aklı başında olan herkes kestirir. Çünkü hükümeti karşınıza alıyorsunuz ve bürokrasinin bir kısmını karşınıza alıyorsunuz, bunu kestirebilir.
Prof. Dr. Ümit Özdağ, bulmuş olduğu konforlu politik alanını terk ederek, sorumlu bir yurttaş olarak, kendi ifadesiyle “Atatürk çizgisinde bir Türk milliyetçisi” olmanın gereğini yerine getirerek tek başına çıktı ve gerçek sayıları rakamlara vermeye başladı. Bunun doğuracağı tehlikeleri, tehditleri anlatmaya başladı.
Irkçılıkla, göçmen karşıta olmakla, yabancı düşmanlığıyla falan suçlandı. Çünkü henüz yara daha tazeydi, henüz halk kamuoyu, meseleyi tam olarak hissetmiş değildi. Sonrasında daha etkili olabilmek için Prof. Dr. Ümit Özdağ bu durumu bir tüzel kimliğe kavuşturmak istedi ve kendisi gibi düşünen Atatürkçü, Türk milliyetçisi arkadaşlarıyla birlikte siyasal bir kurum ortaya çıkardı: Zafer Partisi.
Çok da iyi oldu, topluma ulaşması daha kolay oldu. Meselenin farkına varan vatandaş sayısı her geçen gün artmaya başladı.
Avrupa Birliği'ndeki ülkelerin çoğunluğu bu durumu farkına varmıştır. Nitekim birkaç ay evvel Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları bize gösterdi ki Avrupa'da halk hükümetler, kurumlar, bu yasa dışı kaçak nüfusa karşı, bu kaçaklara ve istilacılara, sığınmacılara karşı bir reaksiyon geliştirmeye başlamış.
Türkiye'de de Türk halkı, Türk seçmeni kendi haklarını, vatanını korumak için ülkesine kanunsuz yollarla sınır aşarak, gümrük kapılarından değil de sınırlardan kaçak yollarla giren sığınmacı ve kaçakları gerisin geri göndermek için bunu yapabilecek olan partiyi iş başına, hükümete getirecektir. Bunu yapacağını partisinin politikası olarak benimsemiş olan tek parti ne yazık ki Zafer Partisi'dir.
İşte tam da bu sebeple bu kaçak nüfusa karşı duran tek siyasal kurum alan Zafer Partisi'ni ve onun lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ'ı oyundan düşürmek için sürekli Sayın Özdağ aleyhine davalar açılmaktadır.
Toplantıya girmeden az önce, yeni bir davanın daha gelmiş olduğunu gördük. Sürekli davalar açılıyor. Bu belli ki, Sayın Genel Başkan'ın moralini bozmak, onun motivasyonunu bozmak için yapılan, onu başka işlerle meşgul etmek için yapılan saldırılardır. Fakat biliniz ki, bu yola çıkılırken, bütün bunlar hesap edildi ve bütün bunlar göze alındı.
Yani değil dava açmanız, haksızca, hukuksuzca verileceğiniz mahpusluk davaları da göze alındı. Çünkü bunları birilerinin Türk halkına anlatması lazım. Birinin haber vermesi, bilgilendirmesi lazım. Kendine gelen bilgiyi halka, kamuoyuna ulaştırması lazım.
Bunu biz yapacağız. Bunun bedeli yargılanmak da olsa, davalar da olsa bunun bedeli haksız, hukuksuz hapsedilmek de olsa bu mahpusluğu göze alarak biz bunu yapacağız.
Prof. Dr. Ümit Özdağ düştüğü zaman Zafer Partisi mi düşer? Prof. Dr. Ümit Özdağ düşmeyecek. Prof. Dr. Ümit Özdağ mahpus da olsa da düşmeyecek. Siyasi yasaklı hale gelse de düşmeyecek. Prof. Dr. Ümit Özdağ bu politikanın lideridir ve sizin haksız hukuksuz kanunsuz şekilde yargılamalarınız ve vereceğiniz kararlar ne olursa olsun bu politikanın lideri olarak devam edecektir.
Saldırılarınız ne olursa olsun Prof. Dr. Ümit Özdağ bu politikanın lideri olarak siyasal yaşamını sürdürmeye devam edecektir.” İfadelerini kullandı.